27 Mart 2021 Cumartesi

Atlı Karınca

 Özledim. Eskiden olduğu gibi heyecanlanmayı. Eskiden olduğu gibi bir şeyleri beklemeyi. Eskiden olduğu gibi sabretmeyi. Eskiden olduğu gibi bir şeyler üzerine plan yapabilmeyi. Sonu olmayan bir döngü içerisinde gibiyiz. Hayat devam ediyor. Belki de olması gerektiği gibi. Düşünce selinde boğuluyorum sanki. Odağımı kaybetmemeye çalışıyorum. Toparlıyorum. Her zaman yaptığım gibi. Güçlü olmalıyım. Hayatı çok büyütmemem lazım gözümde. Hatta keyifli bir hale getirmek aslında benim elimde. Mesela... bir lunapark gibi düşünebilirim! Sırasıyla aletleri kullanıyorum; önce çarpışan arabalar, sonra korku tüneli, ardından hızlı tren diye devam ediyor. En son sıraya atlı karıncayı saklamışım sanki. Artık enerjim kalmamış ve o atın ağır aksak bir aşağı-yukarı periyodik hareketi ile az biraz soluklandıktan sonra evin yolunu tutmam gerekecekmiş gibi. Beklentim ve olması gereken bu aslında. Fakat o at, bir sebepten dolayı takılı kalmış ve yükselemiyor bir türlü. Bekliyorum. Yukarı çıkmasını tekrardan. Çünkü bunun için binmedim ben bu atlı karıncaya. Takılı kalmasını beklemek için değil. Yukarı doğru hareket ettiği ve en üst noktaya ulaştığı zamanlar daha eğlenceli ve keyifli iken, bu şekilde hiç keyif almadığımı belirtmem gerekiyor. Araçla bir yokuşu çıkarken de aynı şekilde, en üst noktaya aniden ulaşmanın verdiği heyecan ve keyif benim için çok daha güzel. Karnında kelebekler uçuşmasına sebep oluyor sanki. Bununla ilk defa karşılaşmıyorum. Öncesinde de karşılaşmıştım. Beklemeliyim. Sadece beklemeliyim. Tecrübelerim bunu söylüyor. Bu bekleme eylemini yaparken eskiden olduğu gibi yapabileceğim konusunu sorguluyorum. Ya sabretme kısmı? Eskiden olduğu gibi? Aslında hepsinin bir domino etkisi yaratarak, beni olgunlaştırdığını görüyorum. Bekliyorum. Bu süreç içerisinde aslında sabretmeyi öğreniyorum. Nasıl her çıkışın bir inişi varsa, her inişin de bir çıkışı olacağını kendime tekrar ettirerek, sonrası için plan yapabilme arzusunu harekete geçiriyorum. Hayatın tek bir oyun aletinden ibaret olmadığını hatırlatıyor bana; hayatın kalp atışlarını değiştirdiği anların bir bütünü olduğunu, hayatta keyifli vakit geçirirken aslında hayatın hasta da edebildiğini, genel olarak baktığımda ise hayatın inişleri-çıkışları olduğunu, portreye uzaktan bakınca çok net görebiliyorum. Bunu öğrendiğimi düşünüyorum. Ama hafızam çok nankör davranıyor ve hiç yardımcı olmuyor bu konuda. Kendime hatırlatmalıyım. Sürekli. Belki de bırakmalıyım. Kendisi bir yolunu bulacaktır. Bilmiyorum. Tek bildiğim, bunu istemediğim. Belki de benim bir şeyler yapmam gerekiyordur bu atlı karıncayı yeniden şaha kaldırmak için. Bunun için yeterli güce sahip olduğumu kendime hatırlatıyorum. Sağlam basmam gerektiğini ve aklıma birden bir yerlerde okuduğum o özlü söz geliyor: Her şey sizin aksinize ilerliyor gibi geldiğinde, uçakların rüzgarla birlikte değil, rüzgara karşı uçtuğunu hatırlayın...

14 Mart 2021 Pazar

Metcezir

Gözlerim açık ama hep kapalı

Gece olmasından yanayım

Ya da sabahın olmamasından 

Kulaçlarımın sıklığı artıyor

Çarşaf gibi bir kütle bu seli andıran

Suyun yüksekliği artıyor her saniye

Sabahları gel-git misali kaçıp gitmiş

Keşfedilemeyen bir okyanus tabanı bu

Üzerinde asılı durduğum belli ki

Her gün dönümünde meydana gelen köpürme

Kumu kaldırıyor, bulanıklaşıyor

Ve yine her şey berraklaşıyor ertesi sabah 

Çok kaptan geçip gitmiş ve geçiyor da 

Hepsinin farklı teknesi

Çalkantıya denk gelip alabora olanlar

Ya da beni görmeden sadece geçip gidenler

Ben mi?

Ben hala kulaç atmaya devam ediyorum 

Aklımda iki şey var 

Bedenimin beni sulara yem etmesi

Damlaların kaçıp gittiği o sahile ayak basmak

Çok ortadayım, belki de tam ortada

Her yanım ufuk çizgisi

Batan ve doğan güneş

Köpüren ve susan su

Bir de kulaçlarımın sesi

7 Mart 2021 Pazar

Değişim, Anılar ve Eski Bir Dost

80'ler, 90'lar, 2000'ler ve ardından 10'lar, sonrasındaysa 20'ler. Hepsi kendinden izler bırakarak geçiyor. Birden kendini 90'larda bulduğun çok fazla an yaşıyorsun. Ya da 2000'lerde. Hani çok sevdiğin birisinden uzun zamandır ayrı kalmışsındır ama bazı sebeplerden dolayı göremiyorsundur ya artık. Sadece hayal edersin, aklında yer eden güzel zamanları, yaptığın eylemleri, kişileri... Kötü olan şeyleri de hatırladığın olur hani. Belki üzerine tekrardan düşünürsün. Sadece düşünürsün ve her şeyin değiştiğini hatırladığın o an, anı yaşamaya çalışırsın. Anılar peşini bırakırsa tabii. Neden özlem duyarız? Neden o dönem üzerine sürekli düşünürüz ki? Sanırım sorumlusu değişim. Artık eskisi gibi bir heyecan bulamama, bazı şeylere gücünün kalmamış olması, hayatın karşına farklı zaman-mekanlarda farklı tiplemeler çıkararak sana güzel dersler vermesiyle değişime uğrama ve bu dersler sonrası saf olan bir şeyler arayışına girip, zaman ilerledikçe bu arayışın ne kadar anlamsız ve asla sonuca ulaşmayacak bir eylem olduğunu anlayıp, anılarda o duyguyu yeniden hissetme çabası... 

İnsan belirli bir yaştan sonra kendi evrenini yaratır derler. Evrenimizi yaratırken her şey istenilen şekilde ilerlemeyebilir. Hele ki bu yaratılan evrenin baş rolünde insan karakterinin olması, aslında hiçbir şeyin istenilen şekilde ilerlemeyeceğinin en büyük sebebidir. Dokuz yaşında tanıdığın insanlar ve yirmilerinde tanıdığın insanlar, değişen dünya ve değişen senle birlikte, kendi evreninde bambaşka noktalardadır. Zamanla onlar da değişmiştir. Onları yorumlaman, onlara bakış açın, yaklaşımın, edindiğin tecrübelerle bambaşka bir hal almıştır.  Seni değişime zorlar. Kendini korumak için. Herhangi bir zarar gelmesi durumuna karşı açık hedef olmaman için. İnsanlar tarafından bir kez daha hayal kırıklığına uğramamak için. Harcadığın, geçirdiğin zamanın aslında hiçbir gerçekliğinin olmadığını görmemek için. Eski bir dostun aklına gelir birden: Yalnızlık! 

Hiçbir zaman sana zarar vermeyen o eski dostun. Kabuğuna çekildiğin o dönemde hep seninledir. Seni hayal kırıklığına uğratmaz, sana yalan söylemez, küçük hesaplar yapmaz, samimidir, oradadır, olduğu gibi gelir, maskesi yoktur, seni gerçekten sever. Adeta bir yavru köpek gibi. Artık senin bir parçan olmuştur. Edindiğin kötü tecrübelerden sonra, çok susayıp içtiğin bir bardak su gibi gelmiştir sana. Benimsersin, çokça paylaşırsın. Ve seni tüm o olumsuzluklardan uzaklaştırarak, gelebilecek tüm olumsuzluklar için de bir kalkan görevi üstlenir. Kimseye ihtiyaç duymazsın, kimseyi umursamazsın, kimseyi ciddiye almazsın. Eskiden olduğu gibi. Kalkanın dışında kalmıştır artık o kısım. Ve seni o en sevdiğin duygulara taşır; eski yıllara. Eski zaman üzerine daha çok düşünürsün, hepsini canlandırırsın. Eski bir dostun sana yaptığı bu iyilikle istediğin, özlediğin o anlara gitmek artık bir alışkanlık haline gelmiştir. Ve sonrasında artık ikisinin bir bütün olduğunu ve aslında bunun bir döngü haline geldiğini görerek vazgeçemediğin bir parçan haline gelir. Hayat döngünde bir rutine dönüşmüştür. Bazı insanlar bunu anlamaz, anlamalarını beklemezsin, ne kadar basit bir beyinmiş der geçersin. Kendini anlatmaya, anlamaları için çabalamaya, bir şeyleri ispatlamaya ne gücün vardır ne de zamanın. Değişimi iliklerine kadar hissederken tüm bunlar olmaya devam eder ve sen tamam diyerek yoluna devam edersin. 

Beklentiler üzer derler. Bunu hayatının bir parçası haline getirdikten sonra bir huy edinerek kimseden hiçbir şey beklemeden hareket etmeye başlarsın. En iyisini umut etmeyi, en kötüsünü beklemeyi öğretir sana. Büyüdüğünü hissedersin, kuralları koyanın sen olduğunu, kimin ne derecede hayatına dahil olacağını senin belirlediğini, nelerin sana iyi geldiğini artık çok net bir şekilde yorumlayabildiğini görürsün. Ne bir olaya ihtiyacın vardır ne de bir kişiye. Tek ihtiyacın olan şey müziğin, kahven ve yazmanı bekleyen bir ekrandır sadece belki de...

Doğru Zaman-Doğru Ruh

Zaman geçiyor, saatler işliyor Ve yalnızlığınla yine baş başasın  Bunu seçiyorsun, saklanmayı  Tüm insanlardan, tüm ruhlardan Bazen kendinde...